2 Haziran 2009 Salı

Denizli Hikayesi

Cumartesi sabahı erken saatlerde başladı yolculuğumuz. Saat 12 civarında kalkan TWI1903 sefer sayılı uçağımız, saat 13 gibi vardı Denizli'ye. Denizli'ye vardık ama vardığımız nokta şehir merkezine 63 km uzaklıktaydı. Minibüslere doluştuk ve yemek yiyeceğimiz yere gittik. Saraçoğlu Kasrı adında nezih bir ortamdı. Oradan da tekrar minibüsler eşliğinde stada gittik.

Yol boyunca alkışlayan BEŞİKTAŞlılar, Denizli sakinleri gördük. Ayrıca formasını gösteren Fenerbahçe ve Galatasaraylılar da. Minibüsler stadın yanında durup, biz inince şahsen benim heyecanım iki kat arttı. Artık dananın kuyruğunun kopmasına az kalmıştı ve ben o stadda yerimi alabilecektim. Süper bir histi bu. İstanbul'dan gelen otobüslerle ve çevre illerden gelen BEŞİKTAŞlılarla üçlüler çekildi, meşaleler yandı, şampiyonluk naraları atıldı ve maça girildi.

Oyuncularımız bu maçta da Galatasaray maçında olduğu gibi her seferinde topluca geldiler tribüne. Geçen haftadan bildiğimiz için bu sefer yadırgamadık bu durumu. Süper görüntüler çıktı yine. Mustafa Denizli'nin takım üzerindeki en büyük etkilerinden biri bu kesinlikle; arkadaşlık ve kenetleniş.

Şehitlerimiz için yapılan saygı duruşunun ardından maç başladı. Tabii bizde büyük bir desteğe başladık. Ben Kapalı tribündeydim. Ancak söylemek lazım ki, açık tribün de çok güzel gözüküyordu uzaktan.



Gerek kutlamalarda, gerek maçta su, ekmek gibi meşale yakıldı. Birinci golden sonra, ara ara coştuğumuzda, ikinci golden sonra, maçın sonlarına doğru ve maç sonunda. Sürekli meşalelerle aydınlattık ortalığı. Karşıdan bakınca eminim mükemmel gözükmüştür gerek açık, gerek kapalı tribünümüz.

Ve işte o an! O beklediğimiz an! Son düdük ve tüm oyuncularımızın ne yapacağını şaşırdığı an. Her biri bir yana koştu. Biz tribünde kendimizden geçtik. Yıllardır süre gelen özlemin tamamen bittiği an. Anlatılmaz, yaşanır...

Elbette oyuncularımız daha sonra tribünlere geldi, üçlüler çekildi, kendimizden geçildi. Sırf bizim tribünlerimize değil, Denizlispor tribünlerine de gitti oyuncularımız. Staddın büyük bölümü BEŞİKTAŞlıydı zira.

Maç sonu stadda sevincimizi yaşadıktan sonra minibüslere dolup, 63 km'lik yolu geri dönerek Denizli Çardak Havalimanına vardık. Benim içinde bulunduğum minibüs vardıktan yaklaşık 3-4 dakika sonra takım otobüsü geldi. Tello dışında eksik yoktu. Sanırım o da doping testindeydi, ondan gecikti.
Meşale yakımı orada da sürdü. Gayet güzel görüntüler çıktı ortaya. Ancak polis'in havalimanı dışında kordon oluştururken, havalimanı içinde oyuncularımızı taraftarlarımızın içinden geçirmesi tuhaftı. O zaman niye itip kaktınız milleti havalimanı dışında? Bu arada havalimanında da arbede yaşandı, es geçmeyelim Arbedenin sebebi de The Team of Victory pankartının havalimanının ikinci katına asılması ve polisin asanlara karşı gösterdiği kötü muamele. Hiç bir sorun yokken bu tür bir muameleyi hiç birimiz haketmemişti. Yapılanlar gerçekten çok ayıptı...

Havalimanında gördüğümüz afişler de mükemmeldi. Harika bir fikir gerçekten o afişler. Helal olsun kim düşündüyse.
Benim uçağım 6 saatlik rötar yaptığı için takım otobüsü ve sabah Atatürk Havalimanı'ndan kalkan uçak İstanbul'a indiğinden saatler sonra bile Denizli'deydim. Sabahı Denizli havalimanında ettik. Havalimanındaki televizyonda maçımızın özetini izledik, Telegol'de kendimizden geçtik, havalimanı yemek mekanlarını istila ettik ekmek bile bırakmadık -önemli nokta herkesin parasıyla, usluba uygun şekilde bunu yapmasıydı-, ara ara uyuyanlarımız oldu alkol'un de etkisiyle. Sabah 8'de bozulan uçağımızın yerine, Antalya'dan gelen uçakla İstanbul'a geri döndük. İstanbul'a vardığımızda saat 9.20'ydi. Ve yapılacak şey belliydi, evlere gidilecek, biraz dinlenilip direkt semte geçilecek...
O da bundan sonraki yazıda artık :)

6 yorum:

taksim dedi ki...

Kapalı tribünde çekilmiş fotoda kendi kafamı görmek istedim ama seçemedim kafalar arasından :)
Bir ara Demirören konusunda üsttekiler ile hafiften atışma olmuştu, oradakilerle birlikteydin sende sanırım.
Bir dahakine birlikte izlemek dileği ile diyelim :)

Ömer dedi ki...

Sanirim biraz yukaridaki bir iki heyecanli arkadasin BEFU'dan abilerimize dogru laf atmasini kastediyorsun. O ise, o iki tartisan grubun tam ortasindaydim diyeyim :)

Şairler Parkı dedi ki...

Kestiremedim neresi olduğunu. Ama sanırım çok yakınmışız. Tribünde başka tartışma çıktı mı bilmiyorum. Bizim şahit olduğumuz tartışma, tribünün Demirören'e "Büyük Başkan" diye bağırdığı vakit, bizim oradan yükselen "Yeter Demirören" sesi idi. Yukarıdan bir iki kişi bağıramazsınız, bugün olmaz tarzında şeyler söyledi. O yüzden bir hareketlilik yaşandı. Aha ordaydık biz, sen de orda isen yanyana maç izlemişiz haberimiz yok:)

Ege

Noat Samisa dedi ki...

Taraftar çeksin bütün sezonun cefasını, Ömer Bey kaymağını yemeye gelsin. Şampiyonluk maçına gitsin. :)

Şaka tabi; ne hasretle beklenmiş, ne çoşkulu bir kavuşma olmuştur kim bilir. Yalnız bu Beşiktaşlı blog yazarları camiasının aynı trenle yolculuk edip karşılaşmama, yanyana maç izleyip birbirinden haberdar olmama gibi efsanevi gariplikler serisi bakalım bir sonraki hikayesini nerede yazacak? Ben ''şerefsizin biri x tribününden gelen bozuk parayı geri yollarken benim kafamı yardı'' versiyonunu bekliyorum, bakalım kime kısmet? :)

taksim dedi ki...

ahahahaha mümkündür

Ömer dedi ki...

@Ege,
ben bir kavga gördüm. Onun da neden çıktığını bilmiyorum. Sadece BEFU grubundan bir abimize laf atıldığını gördüm, ki o abimizi de zor tuttular yukarı doğru çıkacaktı yoksa laf atan elemana doğru. Muhtemelen aynı tartışmadan bahsediyoruz. Çok yakınmışız hakikaten :) Hatta tribündergi'den tanırsınız, maf da oralardaydı. Maç sonu tanıştım ben de kendisiyle.

@Noat Samisa, abi inan tribünde olmak için nelerimi vermezdim tüm yıl. Tribünde bağırıp deşarj olma şansı var. Tv karşısında çok daha zor bu iş :) Bu sefer çok şükür denk geldi, 2'de 2 yaptık. Yoksa uğursuz lakabı da yapışacaktı üstüme :D

Özellikle ayarlasak olmayacağımız yakınlıklar, oluyor ama bizler bir türlü tanışamıyoruz. Hakikaten çok tuhaf heheh.