21 Şubat 2011 Pazartesi

Mahvettin Bizi Ferrari... 2-4

Benim açımdan, Ferrari'den başka konuşulması gereken bir yanı yok bu maçın. Konuştukça, maçı detaylarıyla hatırladıkça zaten fena oluyorum, nefes alamıyorum. Ferrari, zaten maçın özeti bana kalırsa. Stadda, stad dışında yüzbinlerce insanı üzdü. Mücadele eden tüm arkadaşlarının, teknik heyetin ve kulüp çalışanlarının emeğini çaldı. Ağır konuşmamak için zor tutsam da kendimi, bana kalırsa hainlik yaptı.

Ferrari üzerine de Burası Kapalı'dan jokond çok güzel bir yazı yazmış. Son dönemde beni, hissettiklerimi ve düşüncelerimi bu kadar iyi anlatan bir yazı okumamıştım. Bende yazı yazacak mecal yok, jokond da çok güzel yazmış. O zaman bu yazıyı paylaşalım bu maçlık burada... Yazının üstüne basa basa katıldığım noktalarını da kalınlaştırdım bu arada.

Yazının orjinaline gitmek için tıklayın.

Ferrari sana iki çift sözüm var

Bak güzel kardeşim, ben kendimi bildim bileli Beşiktaşlıyım. Sen Beşiktaşlı değilsin, iki sene öncesine kadar İtalya’da manken hatunları götürüp klasik savunma futbolunda bir kurşun asker olarak görevini yerine getiriyordun. Bizim yöneticiler sana daha iyi bir kontrat sundu, geldin imzanı attın. İlk sezon oldukça güzel bir performans ortaya koydun, taraftarın gönlünde güzel bir yer edindin. Her şey senin açından güzel giderken Mustafa Denizli gitti yerine başka bir teknik direktör geldi. En başta senin fiziki özelliklerin, oyunculuk kabiliyetin yeni sisteme uymadı. İstanbul Büyükşehir maçında kötü bir çalım yedin, gözden düştün. Üstüne gelen sakatlık da cabası. Buraya kadar her şey normal. Her futbolcunun kaderinde olabilecek şeyler. Yeni hocayla anlaşamamak, sakatlıklar, formayı kaybetmek, formsuzluk…

Ama bundan sonrası pek normal değil Ferrari. Sakatlığın hemen akabinde zaten pek yabancısı olmadığın İstanbul gecelerinde adeta kayboluşun, futbolun dedikoducu kuşlarının dilinde pelesenk olman, neredeyse antremanlara bile ayık çıkamayacak hale gelişin pek normal değil. Eşek yüküyle para alırken, her an hazır ve nazır olman gerekirken sırf sezon başında sendeledin diye kendini salıvermen akıl işi değil. Nasıl olsa takımda benden başka bir sürü savunmacı var, ben garanti paramı alır keyfime bakarım derken bak olmaz denen şeyler oldu. Ersan sezonu kapattı, Üzülmez Toraman’ı yumrukladı, Sivok gerçeği söyledi diye cezalandırıldı ve forma sana geri döndü. Hem de Beşiktaş’ın maddi ve manevi açıdan iyi futbola en çok ihtiyaç duyduğu zaman bu forma sana altın tepsiyle sunuldu. Önce Kiev maçında gördüm seni, eski Ferrari’den çok uzaktın. Maç boyunca sorumluluk almaktan kaçtın, pas verirken hep özgüveni eksik bir adam görüntüsü çizdin.

Yenen goller ve Schuster’in fantezileri sonrası pek ön plana çıkarmadılar seni. Aslına bakarsan, taraftarın da basının da hıncını almak isteyeceği bir dolu adam vardı ve senin vasat futbolun bunların yanında pek ilgi çekmiyordu. Gün geldi, devaran döndü ve Sivok’un kadro dışı kalmasıyla bu sefer Fenerbahçe maçıyla bir kez daha çıktın İnönü’nün çimlerine.

Bak Ferrari, bak güzel kardeşim. Şimdi burada duralım. Sana en başında dedim ya, sen Beşiktaşlı değilsin anlamazsın. Sen sadece Beşiktaş’ın formasını para karşılığı giyen profesyonel futbolcusun. Ben nice Valerenga maçları gördüm, son dakikada ne goller yedim, ne biçim hakem kararlarına maruz kaldım sen bilmezsin. Allah Beşiktaş taraftarına peygamber sabrı vermiş. Tam cennetin ortasına düşmüşken, her şey mükemmel derecede iyi giderken bir tek düdükle, tek bir vuruşla, tek bir bayrakla çok canımız yandı bizim. Yana yana kavrulduk, acılarla korlanıp bugünlere geldik. O yüzden Beşiktaşlının çok fazla “keşke”leri ve “ama”ları vardır. Hep o son anda futbol dışı ortaya çıkan güç, defalarca ağzına sıçmıştır bu taraftarın. Sana son on yılın Fenerbahçe maçlarını anlatsam inanamazsın. “Ama Serdar Tatlı takımın dayak yemesine izin verdi, fakat Muhittin Boşat inanılmaz bir kararla Ali Eren’i oyundan attı, iyi de bu Cisse’nin faulleri kırmızı kartlık mıydı, ama Kazım ceza sahasında elle oynadı…”

Hal böyleyken, dakikalar 60′ı gösterirken, Beşiktaşım tam dizginleri eline almışken, skor bizim lehimize işlerken, üçüncü gol ha geldi gelecek derken, taraftar zevkten delirmek üzereyken, karşındaki adam Türkiye liginin en çirkef ve provakatif futbolcusu Lugano iken…

Senin o anlı şanlı Beşiktaş formasıyla rakibine attığın dirsek nedir? Diyelim ki hakemler o pozisyonu görmedi, diyelim ki maçı 5-1 biz kazandık. Senin o attığın dirsek bizim yine ta midemize oturacaktı be Ferrari. Kaldı ki, Beşiktaş’ın böyle bir pozisyonunu görmeyen, gözden kaçıran hakem daha anasının karnından doğmamış. Öyle bir dakikada, öyle boktan bir topsuz pozisyonda, öyle çirkef bir hareket yaptın ki Ferrari, sansürsüz yazıyorum hayatımı, iki kuruşluk taraftar keyfimi sikip attın Ferrari. Sahadaki arkadaşlarının emeğini çaldın, taraftarının boynunu büktün, hepimizin keşkelerini ve amalarını yok ettin. Ve bir kez daha Beşiktaşlılığın ne demek olduğunu alnımıza kazıdın. Aklın ve mantığın alamayacağı bir noktada, her şey harika giderken bir saniyede her şeyin mahvolup gitmesidir Beşiktaşlılık. Ve daha da kötüsü, bu ağır travmanın bir illet gibi, bir habis ur gibi içimize işleyip sürekli kendisini tekrar etmesidir.

Aradan yirmi yıl geçse de senin o dirseğini bu Beşiktaş taraftarı unutmayacak. Düğün alayını cenazeye çeviren o terbiyesizliğin ve sana çok iyi paralar kazandıran mesleğine attığın kurşunu herkes hafızalarına kazıyacak. Helal olsun sana Ferrari, kendi futbolcumdan beni utandırdığın için tebrik ediyorum seni, çok zor bir işi başardın…

Maç ile ilgili sayfalar:Derbiler 2010/11 - BEŞİKTAŞ vs Fenerbahçe - 2010/11 Süper Lig'de BEŞİKTAŞ - İstatistikler 2010/11

Hiç yorum yok: